Madalyonun iki yüzü: Antisemitiz ve İslamofobi
Odatv çeviri
ABD’nin Illinois eyaletinde bir ev sahibi iki kiracısını bir düzineden fazla kez bıçakladı. Bıçaklama sonucunda 6 yaşındaki çocuk hayatını kaybetti. Annesi ise olaydan sağ kurtuldu. Katil “Siz Müslümanlar ölmelisiniz” diye bağırdı. Pennsylvania’da bir kişi Filistin yanlısı bir gösteriye sızarak ırkçı hakaretlerde bulundu ve arabasından göstericilere silah doğrulttu. Kaliforniya’da sinagoglar ve Yahudilere ait işyerleri tahrip edildi. Fransa’da bir sinagoga sprey boyayla “Gazze’deki kardeşlerimiz için zafer. Gurur.” Burada, bir yazı seçilmiş bir yetkilinin kapısını kirletiyor: “Dışarı, seni Yahudi piçi”. Başka bir yerde ise bir Fransız-Türk kültür derneğinin duvarına “İslam’a ölüm” yazıldı ve bu yazı bir Davut Yıldızı ile birleştirildi.
Bu olaylar, 7 Ekim’den bu yana dünya çapında kaydedilen binlerce Yahudi karşıtı gösterilerde yaşananlardan sadece birkaçı…
Savaş yerel olabilir, ancak etkileri uluslararası boyuttadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de İsrail-Filistin çatışması, özellikle Batı’da başka hiçbir şeye benzemeyen duygular ve sorumluluklar doğurmaktadır.
İsrail’i, İslam’a karşı verilen bir savaşta baş aktör, Filistin’i de İslam düşmanlarına karşı savaşta bir başrol olarak görenler için geçerli olan bu durum dünyada kendini öne çıkarmaya başladı.
Mevcut atmosfer, her zamankinden daha fazla, her türlü kafa karışıklığı için zemin oluşturmaktadır. Bir tarafta Yahudi, İsrailli, Siyonistler; diğer tarafta Arap, Müslüman, İslamcılar. Bu kafa karışıklığının sonuçlarından biri de, sanki herkes ırkçılığın bir türünü kınamakla diğerini kınamak arasında bir seçim yapmak zorundaymış gibi, antisemitizm ile İslamofobi arasında sürekli bir karşıtlık yaratılmasıdır.
Sonuç olarak iki algı arasında bir çatışma ortaya çıkmaktadır: birincisi “Müslümanlara” antisemitizmin yükselişinde belirleyici bir sorumluluk atfederken; ikincisi “Yahudilere” Müslüman karşıtı ırkçılığın yayılmasında bir rol atfetmektedir.
Bazıları için eski Avrupa antisemitizmi neredeyse yok olmuş, yerini Siyonizm karşıtlığı kılıfına bürünmüş İslam ve Arap kökenli Yahudi karşıtlığı (soldan bazılarının da desteklediği) almıştır.
Bazıları içinse eski antisemitizm de İslamofobi aracılığıyla yok olmuştur. Her iki durumda da “antisemitizm” ve “İslamofobi” kelimelerinin anlamı genellikle siyasi ve ideolojik amaçlar için istismar edilmektedir.
İSLAM TOPRAKLARINA İTHAL EDİLEN AVRUPA ANTİSEMİTİZMİ
Antisemitizm, iki bin yılı aşkın bir geçmişe dayanan ve Nekbe (Shoah) ile doruğa ulaşan uzun bir tarihin ürünüdür. Antisemitizmin pek çok kaynağı vardır, ancak en kalıcı olanlarından biri Yahudilere içinde yaşadıkları toplumlarda kötü bir rol atfedilmesidir: Yahudiler ölüm saçan insanlar olmakla, ritüel cinayetler işlemekle, kuyuları zehirlemekle, vebanın sebebi olmakla, Hıristiyanlığı yok etmek için Sarara karşı komplo kurmakla, kapitalist olmakla, komünist olmakla, devletsiz ve kozmopolit olmakla, yabancı çıkarlara hizmet etmekle vb. suçlanmışlardır.
Müslüman dünyasında bu komplocu boyut, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına ve Avrupa’nın bölgeye nüfuz etmesine kadar neredeyse hiç yokken, Siyonizm’in yükselişiyle birlikte daha belirgin hale gelmiştir.
Yahudilerin yüzyıllar boyunca, devletin koruması karşılığında kendilerine daha düşük bir yasal statü veren zimmet rejimi altında yaşadıkları doğrudur. Ancak bu durum Hıristiyanlar için de geçerliydi. Döneme bağlı olarak, Yahudilere karşı tutumun düşmanca olduğu açıktı. Ancak genel olarak konuşmak gerekirse, İslam topraklarındaki tecrübeleri, Avrupa’nın sistematik zulüm tarihiyle kıyaslanamaz.
Ancak Nekbe’den (Arapça’da “felaket” anlamına gelen ve 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından Filistinlilerin sürgün edilmesini ifade eden bir kelime) sonra, Avrupa antisemitizmi bölgeye ihraç edildi ve İslami Yahudilik karşıtlığı ile birleşti.
FİLİSTİN MÜCADELESİNİN GAYRİMEŞRULAŞTIRILMASI
Müslümanları doğaları gereği Yahudilere düşman olarak göstermek yaygın olsa da, gerçek çok daha farklıdır. Ancak bu kafa karışıklığı günümüzde bir dizi faktör tarafından ustaca sürdürülmekte ve hükümetler ve siyasi akımlar tarafından en üst düzeyde geliştirilmektedir.
Ayrıca son yıllarda İslam adına işlenen ve bazen İsrail-Filistin çatışmasını bahane olarak kullanan çok şiddetli Yahudi karşıtı eylemlerle de körüklenmiştir.
Son olarak, terörizmle mücadelenin damgasını vurduğu uluslararası bir bağlamda, İsrail ve yurtdışındaki destekçileri, ulus ötesi cihatçı tehdit ile Filistinlilerin işgale karşı mücadelesi arasında bir paralellik kurmak için yoğun çaba sarf etmişlerdir.
Sonuç olarak, antisemitizme karşı verilen mücadele artık pek çok kişi tarafından yerel Yahudi topluluklarını korumaktan ziyade Araplara veya Müslümanlara karşı birleşme çağrısı olarak görülüyor. Ya da daha basit bir ifadeyle, artan İslamofobi ve ırkçılık çerçevesinde İsrail’i destekleme çağrısı olarak görülüyor.
Bu şekilde İslamofobi, İslam’ın eleştirilmesi ya da reddedilmesi olarak değil, Müslümanlara, Müslüman olarak düşmanlık olarak anlaşılmakta ve gerçek ya da varsayılan üyeleri İslami olmalarına indirgenen yekpare bir blok olarak sunulmaktadır.
Kökleri antisemitizmden çok daha eskiye dayanan bu söylem, her şeyden önce 11 Eylül sonrasında ‘teröre karşı savaş’ ile ortaya çıkan ‘öteki’ temsilleri tarafından yeniden harekete geçirilen sömürgeci bir sürekliliğin parçasıdır.
IRKÇILIĞIN BİRBİRİNİ TAMAMLAYAN İKİ BİÇİMİ
Yine de günümüzde antisemitizm ve İslamofobi farklı mantıklara yanıt verse de, bu iki ırkçılık biçimi birbirini tamamlamaktadır.
Fransa’da mevcut ruh hali, antisemitik özünden arındırıldığı düşünülen aşırı sağı rehabilite etmek olsa da, gerçek şu ki, son on yılda savunduğu tüm davalar kısmen büyük Yahudi komplosu mitini canlandıran antisemitik mecazlarla beslenmiştir.
Aşırı sağ diye bir şey olmasa da, ırkçılığın bu iki türüne her yerde rastlamak mümkündür. Örneğin Fransa’da Emmanuel Macron, Mareşal Pétain’i rehabilite ettiği ve antisemit teorisyen Charles Maurras’ı yeniden gündeme getirdiği için eleştirilmektedir.
İçişleri Bakanı Gérald Darmanin de Le Séparatisme islamiste adlı kitabında yaptığı yorumlar nedeniyle eleştiri oklarının hedefi oldu. Manifeste pour laïcité (laiklik için manifesto) (2021) adlı kitapta Napolyon’un Yahudilere yönelik politikasını övmektedir.
Batı soluna gelince, önemli uçlar arasında özellikle tehlikeli bir söylem yayıldı.
IRKÇILIK KARŞITLIĞI VE FİLİSTİN SORUNU
Bu koşullar altında, her şey antisemitizm ve İslamofobinin hedeflerini, aşırı sağın yükselişi ve kimlikçi geri çekilmenin damgasını vurduğu Batı bağlamlarında birleşmeye yönlendirmelidir.
Ancak sorun şu ki, bazılarının istediği gibi bu mücadeleyi Filistin sorunundan soyutlanmış bir mücadele haline getirmek neredeyse imkansız. Çünkü bu nefretler yerel olarak beslenmiş ve İsrail-Filistin çatışması her şeyden önce bir sondaj tahtası işlevi görmüş olsa bile, hiçbir ırkçılık karşıtı mücadele tarihi görmezden gelemez.
Bu, ahlaki ırkçılık karşıtlığı ile siyasi ırkçılık karşıtlığı arasındaki temel farktır. Birincisi ırkçılığı öteki korkusu ve cehaletle bağlantılı bireysel bir mesele olarak görür. İkincisi ise ırkçılığın ortaya çıkışını destekleyen ve hatlarını belirleyen tarihsel koşullar üzerinde ısrar eder, dahası ırkçılığın yansımalarının çağdaş toplumlarda hala iş başında olduğunu ve bunların yapısal nitelikte olduğunu düşünür.
Nekbe’nin Avrupa emperyalizmiyle tarihsel bağları, bariz sömürgeci boyutu ve Avrupa antisemitizminin Siyonizm’in yükselişinde oynadığı rol göz önüne alındığında, Filistin trajedisinin sürekliliğinin İshak ve İsmail’in [İbrahim’in oğullarından ikisi, ilki Yahudilerin, ikincisi Müslümanların ataları olarak kabul edilir] torunları arasındaki dostluğun şarkısını söyleyen bir söylemin arkasında nasıl silinebileceğini görmek zordur.